Kürt Sorunu Dallanıp Budaklanırken

Kaynak: Habertürk 16.08.2011
ŞIRNAK'ın Beytüşşebap İlçesi'nde PKK'nın düzenlediği saldırıda yaşamını yitiren askerlerden Onur Karakaş'ın son sözleri hepimizi derinden sarstı. Facebook sayfasına ölümünden birkaç saat önce şöyle yazmıştı Karakuş: "Burası ne cennet ne harikalar diyarı. Burası insanların sustuğu, mermilerin konuştuğu, güllerin yerine barutun koktuğu... Batıda şafak sayanların değil tezkereye bir gün kala şehit olanların yeri..."
PKK'nın eylemlerini tırmandırdığı bugünlerde Başbakan Erdoğan da sabrın son noktasına gelindiği uyarısında bulundu. "Bıçak kemiğe dayandı" diyen Erdoğan şöyle devam etti: "Bu ülkede bölücü terör örgütüyle arasına mesafe koymayanlar da bu suça iştirak ediyorlar. Bunu da buradan açıklamak istiyorum ve onlar da bunun bedelini ödemeye mahkûm olacaklar."
Başbakan'ın bu sözlerini üstüne alan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş cevap vermekte gecikmedi. "PKK'nın intikamını BDP'den alıyorlar. BDP demokratik bir sistemde şiddetle arasına net bir mesafe koymuştur. Mücadele yöntemi PKK'dan ayrı bir örgüttür" diyerek savunmada bulundu.
"Peki Kürt sorununa kafa yoran bizler, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler ve sivil toplum örgütleri, Başbakan'ın bu sözlerinden nasıl bir anlam çıkarmalıyız?" diye sormadan edemedim. Zira son zamanlarda özellikle Kürt siyasal hareketi diye özetlenen yapıyı oluşturan insanları tanımayı, onlarla empati kurmayı ve sorunu onların cephelerinden anlatmaya gayret eden hareketin dışında iyi niyetli ve cesur kalemler bir şekilde susturulmak isteniyor. "Bedel ödenecek" derken onlar da mı hedefte yoksa? Henüz yargılanan, hapse atılan yok. Ama daha on yıl öncesine kadar durum buydu. Kürt sorununa dokunan bir şekilde "yanıyordu".
Hatta yüzlercesi faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Oysa AK Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte ilk kez düşüncelerimizi daha özgürce ifade edebilir hale gelmiştik. Derin bir "oh" çekmiştik. Ve bu sayede kamuoyunda 90'lı yıllarda derin devlet mi dersiniz artık ne dersiniz bilmiyorum ama devletin de bir şekilde dahil olduğu (bakın kelimelerimi ne kadar özenli seçmeye gayret ediyorum!) Güneydoğu insanının yıllarca maruz kaldığı vahşete biraz olsun vâkıf olunmaya başlanmıştı. Demokratik adımlarla tesis edilecek bir barış için zemin oluşmuş, "Kürt açılımına" start verilmişti. Oysa bugün "Sri Lanka" modeli, yani topyekûn askeri harekât ile PKK'yı çökertmekten söz ediliyor.
Erdoğan'ın uyarılarının bir diğer muhatabı ise Iraklı Kürtler. Zira her ne kadar ikili ilişkilerin "stratejik" düzeye ulaştığı söylense dahi Iraklı Kürtlerin PKK'ya karşı yeterince tedbir almadığını düşünenlerin sayısı devlet katında az değil.
Aynı şikâyet İran tarafından da telaffuz ediliyor. Çünkü PKK'nın bir kolu olan İran Kürtlerinin özgürlüğü için savaşan PJAK militanları da Kandil'de bulunuyorlar. Murat Karayılan ve arkadaşlarıyla da içli dışlılar. Aynı kamplarda eğitim görüyorlar. Ve son haftalarda İran'a karşı operasyonlarını yoğunlaştırdılar. İran da havadan ve karadan karşılık veriyor. Hatta önceki gün İranlı yetkililer, TRT ile birlikte Murat Karayılan'ın yakalandığını iddia etti. Ardından bunun doğru olmadığı yönünde haberler çıktı. Bütün bunlar olurken Karayılan, İran'a bir zeytin dalı uzattı. "PKK olarak İran'a karşı herhangi bir savaş ilan etmedik" diyen Karayılan, "bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen uluslararası güçlerin" amaçlarından bir tanesinin de İran'ı kuşatmak olduğunu savundu.
Bu "güçlere" alet olmayacaklarını beyan eden Karayılan, "İran'ı yeni saldırılara tahrik etmemek için" PJAK militanlarının İran sınırından içeri bölgelere doğru kaydırıldıklarını bildirdi. Yani PJAK'ın bir şekilde kendi komutasında olduğunu teyit etti. Peki Karayılan'ı İran karşısında geri adım attıran neydi? Irak Kürdistan yönetiminin bu işte önemli payı olduğu, güvenilir kaynakların aktardıkları bilgiler arasında yer alıyor.
Iraklı Kürt liderlerinden beklenen aynı şekilde PKK'nın Türkiye'ye yönelik saldırılarını durdurması için devreye girmeleri. Ancak Iraklı Kürtler, Karayılan'ın örgütün ılımlı kanadını temsil ettiğini ısrarla savunuyorlar. Her ne olursa olsun akan kanı derhal durdurmak için herkes kendi payına düşeni yapmalı. Ve herkes önerilerini korkmadan, çekinmeden sunabilmeli. Ama başta Başbakan olmak üzere hepimiz biliyoruz ki askeri çözüm asla çözüm değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder