Davutoğlu'nun uykusu kaçar tabii


EL ArabiyaTelevizyonu'na konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Suriye'ye müdahaleyi destekleriz" açıklamasında bulundu. Daha doğrusu ajansların, bakanın sözlerini bu şekilde yansıtması bomba etkisi yarattı. Oysa bakan dün Kayseri'de belirttiği gibi, "Arap Birliği başarısız olursa Suriye'ye müdahale öngören Birleşmiş Milletler kararını destekleriz" demiş. Üstelik Türkiye'nin herhangi bir müdahaleye ancak insani yardım çerçevesinde iştirak edebileceğinin altını çizmiş.
Arap Birliği'nin başarısız olduğu apaçık ortada. Suriye'ye yolladığı sözde gözlemci heyetin zerre kadar faydası olmadı. Adamlar hâlâ oradayken siviller çatır çatır rejim tarafından katledilmeye devam ediyor. "Yeter" diyen Suudi Arabistan kendi gözlemcilerini çekti. Çeşitli gözlemciler ise mideleri feci biçimde bulanmış halde Suriye'yi kendilikerinden terk etti. Bu arada sayıları on binlerle telaffuz edilen sıradan Suriyeliler hapiste çürüyor. Ordunun tanklarla kuşattığı şehirlerde, ilçelerde insanlara gıda ulaşamıyor. Yani bir insani kriz zaten söz konusu.
Öyle ama ben dahil hepimiz "Aman aman, Suriye'ye müdahalede bulunmak çılgınlık olur" diyerek Davutoğlu'na aklımızca telkinlerde bulunuyoruz. Libya yorgunu NATO, başkanlık seçimlerinden önce herhangi bir uluslararası kriz istemeyen Obama, istediği kadar Suriyeli ölsün bu işi Araplara ve Türkiye'ye havale etmek istiyor. Gaza gelip onların maşası neden olalım? Biz de bu ve benzer sualleri sorup duruyoruz.
Peki ölü sayısı 5000'i aşmış Suriye'de kendi çıkarlarımızı bir kenara itip yardım eli uzatmamız için kaç kişi ölmesi gerekiyor? Srebrenitsa boyutlarında bir kıyım olmadan Suriye'de olup bitenlere seyirci kalmak nereye kadar? Geçtiğimiz hafta bize konuşan Davutoğlu boşuna, "Uykularım kaçıyor, kâbuslar görüyorum" demedi. Vicdan sahibi herkes yanı başımızdaki bu kan banyosu karşısında ülke çıkarları ile yüreği arasında sıkışıp kalıyor.
DAVUTOĞLU'NA YÜKLENENLER
Davutoğlu'nun komşularla sıfır sorun politikasının iflasını ilan edenler soruyorlar:
Türkiye başından beri Esad'ın ne mal olduğunu bilip nasıl ortak bakanlar kurulları düzenledi? Başbakan neden Esad'larla kol kola girip tatillere çıktı? Şimdi ise askerler dahil muhaliflere kapılarını açtı? Irak için mezhep çatışması riskinden sürekli söz eden Davutoğlu, neden Suriye'de aynı riskin varlığını kabul etmiyor? Orada olup biteni neden "insan hakları ve demokrasi sorunu" olarak tanımlıyor. Irak'ı nasıl oldu da İran'a "kaptırdık"?
Bunlar haklı sorular. Ve şüphesiz Davutoğlu'nun hataları var. Ama abartmayalım. Önce Irak'tan başlayalım. AK Parti'nin yaptığı en doğru hamlelerden biri, Iraklı Kürtlerle resmi ilişkiler kurması oldu. Iraklı Kürtlerle coğrafyanın ve bölgesel güç dengelerinin dayattığı bir mütefikliğimizin olduğu apaçık ortada. Ama biz on yıllarca Irak'a PKK ve güvenlik penceresinden baktığımız için Iraklı Kürtleri hep potansiyel taşeron veya düşman gözüyle gördük. Her daim, "Bizim tek muhatabımız merkezi hükümet" diye haykırıp durduk. İşte merkezi hükümeti gördük. Türkiye'yle ipleri koparma noktasına getiren İran yanlısı Nuri Maliki, "İçişlerime burnunu sokma" dedi. Türkiye, Iraklı Kürtler ve Sünni Arapların kerhen de olsa kurduğu taze ittifak, suyun çatlağı bulması olarak özetlenebilir.
Tıpkı Maliki'nin İran'ın yanında yer alması gibi. Bu konuşlanmayla birlikte Irak üzerinde yeni pazarlıklar başladı. Türkiye de bu sürecin en önemli aktörlerinden biri olmaya devam ediyor. "Irak'ı İran'a teslim etti" demek için henüz çok erken.
Suriye'ye gelince... Esad'ın uluslararası tecrit ve baskılar neticesinde insafa geleceğini umuyordu. Büyük katliamların yaşandığı ağustos ayından itibaren rejiminin fişini tamamıyla çekti. Stratejisini Esad'ın mutlak gidişi üzerine kurdu. Muhalefete kapıları tümüyle açtı. Rejimin başta iç dinamikler marifetiyle devrilmesi için gün sayıyor. Eşzamanlı olarak uluslararası destekli müdahale için kontenjan planları yapıyor. Türkiye bunları yapmamış olsaydı yine olaylara seyirci kalmakla, oyunun dışına itilmekle suçlanacaktı. Eldeki verilerle başka nasıl davranılır emin değilim. Ancak şurası kesin, eğer Türkiye'nin Suriye ve İsrail arasında yürüttüğü barış çabaları sonuç verebilseydi -ki vermek üzereydi-Suriye'de bugün kan akmıyor olacaktı. Bu sürecin çökmesinin başlıca sorumlusu ne Türkiye, ne de Suriye. Baş sorumlusu İsrail'dir.

Kaynak Haber Türk, 24.01.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder