Bir de cemaati dinleyelim

Amberin Zaman
Kaynak: Gazete Haber Türk, 11 Mart 2011 Cuma, 07:43:26

ŞİMDİDEN "Tırstı, balans ayarı yapıyor" diyenleri duyar gibiyim. Varsın desinler. Ben doğru bildiğimi yapıyorum. Son zamanlarda ben dahil olmak üzere ya ima yoluyla ya da adını zikrederek (ben ikinci yolu tercih edenlerdenim) Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın, Fethullah Gülen Cemaati'ni hedef alan kitaplar yazdıkları için cezalandırıldıkları algısı gittikçe yayılıyor. Hatta kesin kanaat haline geliyor. Yürütülen mantık şu: Emniyet ve son zamanlarda yargıda köşeleri kapan harekete yakın kişiler, onları eleştiren insanları cezalandırmak suretiyle böyle bir çalışmaya yeltenenlere de gözdağı veriyor.Ahmet ve Nedim'in tutuklanmasının akabinde bende de böyle bir yargı oluşmaya başladı ve bunu da köşemde belirttim. Bunu yaparken bundan sonraki hamlemin, hareketten tanıdığım insanları arayıp onları dinlemek ve bu suçlamalar karşısında söz hakkı vermek olması gerektiğini biliyordum. Evet, cemaate yakın gazeteler zaten olayları kendi açılarından anlatıyorlar ama ben Gülen hareketi içindeki arkadaşlarla yüz yüze konuşmayı tercih ettim. Yaptığım sohbetler esnasında edindiğim izlenimleri şu şekilde özetleyebilirim. (Bire bir alıntılar değil.)1. Bizim emniyet içerisinde, yargı içerisinde örgütlendiğimizi kanıtlasınlar, o zaman konuşalım. Böyle bir durum kesinlikle söz konusu değil. Yargı sürecinde neyin ne olduğu ortaya çıkacaktır. O zaman bugün birtakım insanlara "kefilim" diyenlerin, bize önyargıyla yaklaşanların belki de yüzleri kızaracaktır. Ahmet'in, Nedim'in somut delillere ulaşmadan suçlu olduğunu varsayamayacağımız gibi hareketi de somut deliller sunmadan itham etmeye kimsenin hakkı yok.2. Bu yanlış algı, tüm Türk toplumunun görüşlerini yansıtıyormuş gibi bir hava estiriliyor. Oysa yetmiş milyonluk bir ülkeden söz ediyoruz. Ve bu ülkede Fethullah Gülen hareketine bağlı, sayısını bilmemekle birlikte milyonlarla ifade edebileceğimiz insan var. Bu algı bilinçli bir şekilde yıllarca pompalanıyor ve bir psikolojik harekâtın parçası. Bunu teyit eden belgeler, bilgiler, Ergenekon soruşturması kapsamında gün yüzüne çıktı. (Örnek "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" ve "Balyoz".) Yıllardır bu tür kampanyalara maruz kaldık. Alıştık, yeni bir şey değil.3. "Yargıyı ele geçirdiler" ithamı nereden kaynaklanıyor? Eskiden tek bir dünya görüşünü yansıtan yargı, artık daha çoksesli, daha renkli, daha çoğulcu bir niteliğe büründü. Buradan yola çıkarak "Gülen hareketinin eline geçti" suçlamaları insafsızlıktır.4. Biz, "Bu olumsuz imajın oluşmasında nerede yanlış yaptık" gibi bir muhasebenin içerisinde değiliz. Hikmet Çetinkaya ve Faik Bulut marjinal yazarlar değiller ve yıllarca aleyhimizde yayın yaptılar. Dua ediyoruz, adli bir vakadan ötürü gözaltına alınmazlar; çünkü bu da bizlere fatura edilir. (Bunu yarı şaka olarak söylüyorlar. A.Z.)5. Sözde Emniyet'i eline geçiren hareket üyeleri, gazetecileri susturmak için onları ispiyonla-yacak ve özel hayatlarını deşifre ettirecekler korkusu gerçekten insafsız ve yalan. Baykal kaseti patlayınca, Can Dündar'ın özel hayatıyla ilgili tartışmalarda hep geri planda durduk. Özel hayata saygılıyız. Hatta Baykal bizi bu tutumuzdan ötürü takdir ettiğini de belirtmişti. (Baykal'ın "Pennsylvania'nın samimiyetine inanıyorum" sözlerine gönderme yapıyorlar. A.Z.)Evet, özetle hareketin görüşleri böyle. "İkna oldun mu?" diye soracaksınız. Esas mesele bu değil. Esas mesele neden yargıya, hukuk devletine güvenmediğimizde yatıyor. Başka bir ifadeyle, evrensel hukuk değerlerinden ziyade dünya görüşlerinin adaleti şekillendirdiği, tepişen güç odaklarına alet edildiği duygumuzun bertaraf edilmesi gerekiyor. Hukuk sistemine güvenseydik eğer, Ahmet'in, Nedim'in ve nice diğer yargılanan meslektaşlarımızın durumları hakkında bu kadar kuşku duymazdık.Benim hareket ile ifade ettiğim duygular bir trende işaret ediyordu. Elbette elimde somut deliller yok. Bu algıyı kırmak adına bir çaba gösterme ihtiyacı duymayan cemaat üyeleri, sanıyorum "Ha bak bir şeyler varmış demek ki" yorumlarına meydan vermek istemiyorlar. Oysa bunca yıl Türkiye'de olsun, yurtdışında olsun kendilerini anlatmak için yoğun çaba sarf ettiler ve kuşkuları tamamıyla bertaraf etmemekle birlikte saygı ve takdir toplayan bir konuma oturdular.Son süreçte yurtdışı dahil olmak üzere tarafsız bakan kişiler tarafından dahi yeniden sorgulanıyorlarsa "Bize ne, biz alıştık" demeleri bana pek mantıklı gelmiyor. Kaldı ki hatasız kul olmaz.

Selahattin Demirtaş'ın ilginç tespitleri

Amberin Zaman
Kaynak: Gazete Haber Türk, 25 Mart Cuma, 10:24:25

BDP'nin Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile geçtiğimiz günlerde röportaj yapma fırsatını yakalamıştım. Söyleşimizin bir kısmı 23 Mart Çarşamba günü gazetemizin politika sayfasında yer almıştı. Ne var ki bence en ilginç kısımlarından biri, yer darlığından (evet gerçekten yer darlığından) girememişti. Bugün Demirtaş'ın görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Konu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. 2009 yılının başında aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteciye Abdullah Gül, Kürt sorunuyla ilgili "iyi şeyler" olacağını müjdelemişti. Ardından bugünlerde derin dondurucuya atılan AK Parti'nin Kürt açılımı start almıştı. Son bir haftadır Güneydoğu'yu geziyorum ve Abdullah Gül'e duyulan sempati net bir şekilde hissediliyor. Bitlis'ün Güroymak İlçesi'ne Kürtçe ismiyle (Norşin) hitap etmesi, Tunceli için "Dersim" demesi gibi jestlerinin yankıları sürüyor. "Valla Gül hoştur" sözünü gezi boyunca defalarca işittim. Gül ile ilgili bu pozitif tablodan yola çıkarak Demirtaş'a şu soruyu yönelttim: "Kürt açılımını ilk müjdeleyen Cumhurbaşkanı'ydı. AK Parti'yi samimiyetsizlikle suçluyorsunuz. Bölgede bu kadar sevilen Abdullah Gül de mi samimi değil?" Demirtaş'ın yanıtı ise şöyleydi: "Birey olarak samimiyetine inanıyorum. Fakat siyaseten fark yaratabilecek etkiye sahip olduğuna inanmıyorum. Bu eski partisiyle ilişkilerinden kaynaklanıyor. Orada bir bölünmüşlük görünüyor. Bir yanda Cumhurbaşkanı'na daha yakın görünen Gülenciler, diğer yanda Başbakan'a yakın Nakşiler ve farklı tarikatlar. Neticede Gül, AK Parti içerisinde çatışarak Cumhurbaşkanı oldu. Özal gibi risk alabilseydi ön açıcı olabilirdi. Ancak görev süresiyle ilgili belirsizlik elini kolunu bağlamış sanki. Tekrar beş yıllığına seçilme hesapları varsa dayandığı muhafazakâr, dindar ve kısmen de milliyetçi tabanını küstürmeye göze alamaz, alamıyor. Oysa tek dönem yedi yıllığına geldiği netleşmiş olsaydı daha cesur davranabilirdi gibime geliyor." Evet Demirtaş enteresan bir tartışma konusu koyuyor önümüze. Gül'ün görev süresine ilişkin belirsizlik Cumhurbaşkanı'nın icraatını ne kadar etkiliyor? 28 Ağustos 2007 tarihinde Meclis'te yapılan üçüncü tur oylamada Türkiye'nin 11 'inci Cumhurbaşkanı seçilen Abdullah Gül, 2012'de tekrar halk tarafından seçilebileceğini hesap ederek mi politika belirliyor? Sahiden ilginç bir soru ve Cumhurbaşkanı'nı rahatsız edebilir. Zira bildiğim kadarıyla görev süresi meselesi ve bunun etrafında Başbakan ile ilişkilerine dair yapılan spekülasyonlar Gül'ü üzüyor. Kendisini üzmek istemiyoruz ama Demirtaş'ın gündeme getirdiği mesele bence tartışılmaya değer. Zira ortada tuhaf bir durum var. Türkiye'nin Cumhurbaşkanı, seçildiğinden dört yıl sonra halen görev süresini bilmiyor! Kürt ve Ermenistan açılımlarıyla ilgili ben de tıpkı Demirtaş gibi Abdullah Gül'ün samimiyetinden hiç ama hiç süphe duymuyorum. Ancak Cumhurbaşkanı'nın son zamanlarda, "Karabağ sorununun çözümünde ilerleme kaydedilmeden Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurulamaz, sınırlar açılamaz" diyenler kafilesine katılması bende de soru işaretleri uyandırdı. Bu mealdeki görüşlerini geçen kasım ayında aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteciyle paylaştığında açıkçası içim burkulmuştu. Zira Gül, Ermenistan açılımının baş mimarıydı. İlişkilerimizin Azerbaycan ipoteğinden kurtulması gerektiğine inananlardandı. Ne oldu da fikir değiştirdi? Siyasi gelecek kaygıları mı devreye girdi? Açıkçası ben de merak ettim. Görev süresi bilmecesi bir an evvel çözülmeli. Bu muğlaklık bertaraf edilmeli. YEREL MUHABİRLER Güneydoğu gezisi boyunca, başta Habertürk bölge temsilciliğimizdeki arkadaşlarımız olmak üzere yerel muhabirlerin kıymetini bir kez daha anladım. Kürt sorununu tartışırken hep aynı bayat isimleri dinleyeceğimize ekranlarda olayları bire bir izleyen bu arkadaşlarımıza yer vermeliyiz. Her şeyi bir kenara bırakalım, bu arkadaşlar bölgenin dilini, Kürtçe'yi konuşuyorlar. Ya biz? Başta Başbakan olmak üzere Kürt sorununa kafa yoranlar, yerel gazetecilerin görüşlerini değerlendirmelidir. Yıllarca bana destek olan bu meslektaşlarıma, dostlarıma sonsuz teşekkürler...